Defterden Notlar
Not defterimden sızan yazılar.
Kafkanın dönüşümü
Hepimiz sistem içindeki gregor samsalarız aslında, bireyliğini yitirip çarkları ayakta tutabilmesi beklenen birer makineyiz. bunu reddedip bireyselliği arayınca, çarkları kırıp dışarı çıkmaya çalışınca toplum dışına itiliyor ve bir hamam böceğinden farksız hale geliyoruz sistem içindekiler için. Bu toplumun en küçük biriminen yani aile kurumundan, en büyük birimine kadar geçerli. Bize biçilen köle rolünü oynamayı bırakmak, sözde her zaman iyiliği isteyen aile fertlerimiz için bile bizi "bizi ancak bir hamam böceği kadar değerli." Kurtulunmak istenen bir yüke çeviriyor. Aile kurumu bile ekonomik hayatta kalma durumuna bağlı bu korkunç düzende.
İnsanlık
Her şeyin insan için kurgulandığını, varoluşun temelinin insan olduğunu sanıyoruz fakat canlılığın 4 milyar yıllık tarihine bakarsak, bizlerin sadece 200 bin yıllık tarihimizle daha bebeklik aşamasında bir tür olduğumuz aşikar. Üstelik zihinsel olgunlaşmamızın 30 bin yıl önce olduğu düşünülürse henüz bebekilik çağında olmadığımız bile söylenebilir.
Kötü Anlarında Bilgeler
Ölüm yaman bir tarlakuşu, ne var ki yüzyıllara
Kas ve kemikten fazlasını bırakıp da ölmek
Çoklukla bir zayıflık göstergesidir.
Ölü taşlardır dağlar, ya imrenilir
Küstah sessizlikleri, endamları
Ya da bu yüzden onlardan nefret edilir.
Ne yürekleri yumuşar dağların, ne canları sıkılır
Ve birkaç ölü adamın düşünceleri dağlarla aynı mizacı taşır.
Zaman
Zaman kavramına anlam veremiyorum. Kendimizi 365 günlük döngülere hapsedip, bu döngüler üzerinden zamanı ölçmeye ve anlamlandırmaya çalışıyoruz. Halbuki zamanın herhangi bir döngüsü ve ritmi yok. Akmaya başladığından beri dağlardan aşağıya giden bir nehirmiş gibi sadece tek yönde ve pürüssüzce devam ediyor yoluna.
Tren yanlızlıkları
Sanıyorum bir insan ne kadar yalnız olduğunu en iyi bir tren penceresinden gara doğru bakarken anlayabilir. Garı dolduran tüm o insanların içeride el salladığı birileri varken sizin için bir tane bile el kalkmıyorsa o sırada dünyadaki en yalnız insan sizsinizdir.
Mürekkep
Mürekkep türümüzün ateşten sonraki en önemli buluşu olmaya aday bir icat. Her ne kadar bu günlerde mürekkeple olan ilişkimiz oldukça azalmış olsa da, hiç bir zaman mürekkepten vazgeçemeyeceğiz. Bizi bu günkü medeniyet ve uygarlık seviyesine ulaştıran bir aracı nasıl kolayca bırakıp gidebiliriz? Modern yaşam olarak adlandırdığımınız her şey bilgi temeline dayanıyor ve hiç kimsenin ölümsüz olmadığı bir dünyada yakın bir zamana dek bilgi aktarmanın en iyi yolu mürekkep kullanarak bir yerlere yazmaktı. BU sayede insanlık bilgiyi kuşaklar boyu biriktirip aktararak dünyadaki en baskın tür olmayı başardı.
Bu güne kadar 136 milyon farklı kitap basılmış yeryüzünde. Ne çok isterdim hepsini okuyacak kadar zamanım olmasını...
Özürler kırıkları tamir etmiyor, sadece bir şeylerin kırıldığının itirafı onlar.
Hayallerimizi başkaları veriyorsa, herhangi bir şeyi nasıl hayal edebiliriz?
"İnsanlar en çok neyden korkarlar acaba? En çok korktukları ilk adımı atmak, ilk sözü söylemek..."
Suç ve Ceza, s.36
Çocuklar
Çocuk yapmak bir cinayete ortak olmaktan farksız, sonunda öleceğini bile bile insan gibi bir canlıyı, birkaç on yıllık bir yaşama mahkûm etmek bir suç kabul edilmeli. Zalim ve acımasız bir suç.
Gazeteler tarihin dokuma tezgehlarıdır. Metro 2033
Her birimiz diğer insanların yaptıklarından oluşuyoruz. Atalarımızın ufak parçalarından.
Okur ölmeden önce bin defa yaşar, okumayan ise yalnızca bir defa.
Zaman medeniyet ile anlamlanıyor. Tüm bu koşuşturmaca olmasaydı kimin saatlere ihtiyacı olurdu ki?
Geçmiş
Geçmişin özlemi ve yapamadıklarımızın gölgeleri ile uğraşırken, geleceği ve yapabileceklerimizi kaçırıyoruz sanırım.
“Herkes tıpkı kendi derisinin altındaki gibi, kendi bilincinin içindedir ve doğrudan yalnız kendi bilincinin içinde yaşar; Bu nedenle ona dışarıdan yardım edilemez.”
''İç dünyası zengin insan tamamen yalnızken, kendi düşünceleriyle ve hayalleriyle eşsiz bir eğlence bulur; öte yandan, ruhsuz biri sürekli dernekten derneğe, oyundan oyuna, yolculuktan yolculuğa ve şenlikten şenliğe koşsa bile, can sıkıntısından kurtulamaz.''
"İnsan doğası diye bir şey yoktur insan toplumsal ilişkilerin bir sonucudur."
16.12.2018 01:00
Nasılsın?
Hani bize sorulduğunda "Nasılsın?" sorusu istemsizce çıkar o "İyiyim" kelimesi ama biliriz ki içten içe aslında her defasında daha da kötüye gider her şey. Kimileri buna büyümek der ve bazıları da yaşlanmak. Ve şimdi ben kendi cevabımın altında yatanları yazmak istiyorum. Nedir o sahte iyilerin altındakiler? Cevap basit; Koskoca bir boşluk, sonsuz karanlıkta kaybolmuşçasına hissizlik ve anlamsızlık. Bazen durup birkaç dakikalığına bakıyorum caddeye ama göremiyorum... Ne caddeyi ne üzerindekileri.
Kayboldum yaşam denilen okyanusta bir yerlerde. Ne tutunacak bir dalım var ne de tutunmaya isteğim. Sürüklenip gidiyorum akıntıyla beraber görüyorum ileride en dibe çekip yakaladığı her şeyi yok eden girdabı ama gücüm yok durmaya. Yıllar geçiyor hiç durmayan dünyanın kayıp gitmesi misali ve ben umutsuz ve çaresiz biçimde izlemekten başka bir şey yapamıyorum. Zaman o eski güzel günleri acımasızca alıp daha uzağa savuruyor ve her zamankinden daha hızlıca yerine gelecek berbat günleri koymaktan hiç çekinmiyor.
Geçmişin ve geleceğin olmadığı sonsuz bir şimdi anında takılıp kalmış gibiyim. Bu anda ne geriyi görüp hatırlayabiliyorum. Ne ileriye bakıp hayal kurabiliyorum. Kafamın içindeki boşlukta öylesine şıkıştım ve kaybolmuş durumdayım ki artık o kara boşluk tüm düşüncelerim oldu, o boşluk tüm hayatım oldu. Göğüs kafesim içinde durmadan çırpınan kalbimin pompaladığı yaşam sıvısı damarlarımı yakar oldu.
Ah ne olurdu ben de Tanios gibi kaybolup gidebilseydim, kimse bilmeden.
Okunacak bunca kitap, izlenecek bu kadar film ve işitilmeyi hak eden tüm o müzikler varken zor bırakıp gitmek.
Rus edebiyatının babası demek yanlış olmaz sanırım Gogol için, nitekim tüm o Ruslara özgü anlatımın temellerini barındırdığını görmek zor değil. Olayların bireyler üzerinden anlatıldığı ve çözümlendiği, başka hiç bir milletin anlatısında yoktur.
Bazen tüm bu varlığın bir hatadan başka bir şey olmadığını düşünmekten kendimi alamıyorum.
Karanlıktan sonra
"Alaca karanlıktan sonra yıldızlar gelir ama şafaktan sonra geriye sadece gerçekliğin sert ışığı kalır." -The Dark Forest
Sanırım insanlığın şafağından bahsederken daha dikkatli olmalıyız.
Neredeyiz?
"Nerede olduğumuzu bildiğimiz zaman dünya küçülür, bilmediğimizde ise dünyanın sınırsız olduğunu hissederiz." -The Dark Forest
Belki de en büyük sorunumuz bu günlerde nerede olduğumuzu fazlası ile iyi biliyor oluşumuzdur İnsan denen varlığın bilinmeyeni keşfedip ötesine varması gerekir, sabitlik insanı mahfeden korkunç bir canavardır.
Birlerin şiiri
Bir gecede
Bir okyanusun ortasında
Bir yarısı çok uzaklarda
Boş bir ceviz kabuğuyum
Bir o yana
Bir bu yana
Bir türlü bilemeden nereye
Sürüklenen
Boş bir ceviz kabuğuyum
Bir geceden daha kara
Bir cevizin yarısındaki boşluğum
Bir cevizinkinden daha kalın
Bir türlü kırıp çıkamadığım
Kabuğum
21 Mart 2019 - 03:25
Geçmiş
şimdi geçmiş olacak,
ve geçmiş ise yok olacak.
Kelebeğinki kadar kısa şimdinin ömrü.
Yaşanmamış olup uçacak bugünden düne,
bir nefes olup karışacak ömrün
geride bıraktıklarına her saniye
Ve hayat diyeceksin tüm bu devinime
Bin parçaya mı bölünmeli?
Zamanı mı bölmeli?
Ayrılsam bin taneye yeter mi
yaşamaya su zamansız Dünya'da?
Kayıp gidiyor çocukluğumuzda baktığımız yıldızlar, yerlerini karanlığa bırakarak hiç olmamışçasına.
İnsanların çoğu hiç bir değerlerinin olmadığının farkında değil, başarı ilizyonuyla kendilerini kandırıp bu ilizyon üzerinden değerler yükleniyorlar.
elimde olsa bu dünyayı küçümserdim,
iyisine de kötüsüne de yuh çekerdim.
daha doğrusu böyle bir yere
ne gelirdim, ne yaşardım, ne ölürdüm.
Hayyam
Dokunsam yakalayacaktım
Ay'ın üzerinden usul usul geceye kayan ıslak bulutları
Ben gibi yakındılar bana
Ve ben gibi ıraktılar benden
Kalbimde bitmemiş bir şehir vardı
Ve üstümde bu şehirin yankısını yansıtan
kızıl bulutlar
Uzak bir şehirden gelen ışıklarıyla
Göz kırpan buhardan melekler
Bu şehrin çürümüş caddelerinde attığım her adım beni iğrenç kokular arasında sürüklüyor. Her yerde gördüğüm tek şey sefalet ve açgözlülüğün pençesine düşmüş aşağılık suretler. Burada olduğumu biliyorlar, çarpılmış ve cehennemden çıkmış gövdeleri ile kıpırdanıp duran pisliklerin kokuları lağımdan çıkmış bir bok parçasının yakıcı ve iç burucu rahiasını andırıyor. Umutsuzluk labirentinde dikkatlice ilerlerken, kendi ayak seslerimin yankısı, gün ışığının sıcaklığını uzun zamandır unutmuş bir şehrin uzak feryatları tarafından boğuluyor. Karanlık, binalara bir kefen gibi, içindeki günahları ve sırları gizleyerek sarılıyor.
Çürük sokaklarda dolaşırken, neon tabelalarının titrek ışığı, pis lekelerle kaplı duvarlara bozuk gölgeler bırakıyor. Her adım, kötülükle pazarlık yapmak gibi, köşelerde pusuya yatmış, her savunmasız anı kollayan kötülük hazır bekliyor. Çürüme kokusu, umutsuzluğun acı kokusuyla karışarak, bir şehrin ruhunu kaybettiği keskin bir tabloyu gözler önüne seriyor. Tarihin uzak köşelerinden donup kalmış ve unutulmuş yıkıntılar gibi gözüken mahvolmuş mahallelere bakmak bile midemi bulandırıyor. Bu kentsel arafın sakinleri, açgözlülük tarafından bükülmüş ve kendi hırsları tarafından zincirlenmiş, yarı kapalı kapıların ve kırık pencerelerin ardından izliyorlar sokaktaki diğer sefil şeyleri. Gözleri, bomboş ve hayalet gibi, varlıklarının dokusuna sızan karanlıkla dolu. Umudun söndüğü bir yer, soğuk, boyun eğmeyen bir ıssızlıkla değiştirilmiş çarpık bir boyut burası.
Bu bataklığın ortasında, kendimi gölgelerin ağına dolanmış buluyorum, gece karanlığının örtüsü altında açığa çıkan dehşetin isteksiz bir şahidi. Canavarlar, gerçek ve mecazi olanlar dans edip, ektikleri kaosun tadını çıkarıyorlar. Burası, insanlık ile canavarlık arasındaki çizgiyi bulandıran ve ahlakın sıvı bir karanlık içinde çözündüğü bir yer.
Ve yine de, bu uçurumda gezinirken, kendi dönüşümümün ağırlığını taşıyorum. Karanlık bana göz atabilir, ama bende sadece kendi korkularını görecek. Ben, bu acımasız manzaranın bir ürünüyüm, gölgelerde bekleyen korkular ve anlatılmayan sırlar tarafından şekillendirildim. Ve unutulmuş hayallerin şehrinde, isteksiz bir yolcu olarak ilerliyorum.